21 Şubat, 2006

Hamas ziyaretinden çıkarılacak dersler

Bismillahirahmanirahim

Geride bıraktığımız hafta Türkiye ve Ortadoğu için oldukça önemli ve beklenmedik gelişmelere sahne oldu. AKP hükümeti, siyasi karnesine bakıldığında iktidara geldiğinden beri en zayıf notlara sahip olduğu dış politikada gerçekten çok önemli bir hamle yaptı ve Halit Meşal'in başkanlığını yaptığı Hamas heyetini Ankara'da kabul etti. Bazı kesimleri Amerika'dan çok Amerikacı, İsrail'den çok İsrailci olan Türk medyasında ziyaret geniş yankı buldu. Ancak bu yankı özgür sesleriyle öne çıkan birkaç yazarı tenzih edersek, mevzubahis kişilerin cehaleti ya da çoğu zaman işgüzarlığının yansısından başka bir şey değildir.

ABD ve İsrail, Filistin halkının çoğunluğunun desteğini alarak(Vaşington'da yerine göre bu durum demokrasi veya özgür irade diye de ifade ediliyor) iktidara gelen Hamas'ı ekonomik bir cendereye alma planlarını yapar ve bu amaçla da Rice'ı Arap ülkelerine yollarken, sürgündeki lider Halit Meşal ise bölgedeki temaslarına Türkiye ile başlamayı tercih etti. Halit Meşal, Filistin davası için çok önemli bir kişi. 1997'de Ürdün'de Hamas'ın baştemsilcisi iken iki Mossad ajanı tarafından zehirlenmiş ve ancak uzun pazarlıklar sonucu, yakalanan iki ajana karşılık olarak, İsrail'den alınan panzehirle hayatını kurtarabilmişti. Şeyh Yasin ve Abdülaziz Rantisi'nin İsrail tarafından şehit edilmelerinden sonra Hamas içinde iyice ön plana çıkan Halit Meşal Suriye baştemsilcisi olmasının yanında, Hamas'ın aynı zamanda siyasi kanat lideri. Bilindiği gibi Hamas, seçimlerin kazanılması ve başbakan adayı İsmail Heniye'nin Dünya kamuoyuna açıklanmasından önce can güvenliği nedeniyle Gazze'deki resmi liderinin kimliğini saklı tutuyordu ve Meşal bu süreç içerisinde Dünya çapında Hamas'ın yüzü haline geldi. Dolayısıyla hükümette yer almayacak olmasına rağmen Meşal'ın Hamas'ın bir numaralı ismi olduğu sugötürmez bir gerçek. Durumunu biraz da Erdoğan'ın siyasi yasaklı haline benzetebiliriz. Nitekim Erdoğan değil başbakan, milletvekili bile değilken Türk siyasetinde belirli bir ağırlığa sahipti ve yaptığı ABD ziyaretinde de devlet başkanı muamelesi görmüştü. Türk medyasındaki bazı kesimlerin çıkarması gereken birinci ders, Halit Meşal'in Filistinle yapılacak temaslarda doğru kişi olduğu ve alternatifi olmadığıdır.

Medyada ziyaretle ilgili ağırlıkla öne çıkan bir başka görüş ise iki tarafın da güvenine sahip olmayan ve ekonomik bakımdan güçsüz bir Türkiye'nin arabulucuk görevini üstlenemeyeceği ve bu görevin sadece ve sadece ABD'ye ait olduğu görüşüydü. Bu görüşün gerçekle uzaktan yakından alakası yok. Öncelikle gözönüne alınması gereken durum ABD'nin Ortadoğu'da siyasi açıdan hızla kan kaybettiği gerçeği. ABD'nin bölgedeki gerçek müttefikleri sadece ve sadece İsrail ve Türkiye'dir. Filistinliler dahil olmak üzere hiçbir Arap halkı Amerikalılara güvenmemektedir. Filistin konusunda yıllardır bozmadıkları duruşun arabuluculuktan çok İsrail'in ağabeyliği olduğunu gözönünde bulundurursak sanırım bu konuda Amerikalıların kendilerinden başka kimseyi suçlayamayız. ABD sözde arabuluculuk görevine tamamen İsrail tarafından soyundurulmuştur ve özellikle Hamas nezdinde hiçbir kredibiliteye sahip değildir. Üstüne üstlük şimdiden onları dışlamanın ve yoksaymanın planlarını yapan ABD'nin Hamas liderliğindeki bir Filistin'le girebileceği ilişkiler doğal olarak sınırlıdır. Oysa Türkiye, bölge siyasetindeki tarihi önemini bir kenara bıraksak bile, bu açıdan ABD'ye göre daha kuvvetli bir ele sahiptir. Her şeyden önce olası bir görüşmede Türkiye'nin İsrail'i halihazırda tanıması nedeniyle masaya otururken diğer birçok Müslüman ülkenin aksine kaybedeceği bir şey yoktur, ülke olarak kendisini bir açmaza sokma riski yoktur. Askeri açıdan Türkiye ve İsrail arasındaki geçmiş yakınlıklar ve şu an masada bulunan silah ihaleleri gözönüne alındığında, Türkiye'ye belli kırmızı çizgiler içerisinde olabildiğince yakın olmak da İsrail'in maddi ve manevi olarak yararınadır. Hamas'ın Ankara'da ağırlanmasının böyle bir kırmızı çizgiyi aşmadığını İsrail'in bir-iki gün içerisinde yumuşayıp, yelkenleri suya indirmesinden rahatça anlayabiliyoruz. Buna göre cahil Türk medyasının çıkarması gereken ikinci ders Türkiye'nin bölgede liderlik ve arabulucuk potansiyeline sahip olduğu ve bu potansiyeli kullanmak için zaman zaman belli riskler alarak belli sınırları denemesi gerektiğidir. Şüphesiz ki uluslararası ilişkilerde risk almadan herhangi bir girişimden kazanç sağlanabileceğini düşünmek saflık olur.

Her şeyden öte Türkiye'nin bölgedeki ağırlığı bir potansiyelden ibaret değildir. Geçtiğimiz sene, hatırladığınız üzere Pakistan hükümeti İsrail'i tanıma yolundaki ilk adımını Türkiye'nin arabulucuğunda İstanbul'daki dışişleri bakanları görüşmesiyle atmıştır. Türkiye, bugün İspanya ile birlikte Medeniyetler İttifakı'na öncülük eden, son karikatür skandalından sonra AB tarafından görüşmelere arabuluculuk yapması rica edilen ülkedir. Halit Meşal'in bölgedeki turuna İran'dan bile önce Türkiye'de başlaması bir tesadüf ya da aceleye getirilmiş bir iç siyaset manevrası değildir. Meşal'in verdiği bu kararın arkasında yüzlerce yıllık Müslüman-Türk tarihi yatmaktadır. Anadolu en eski çağlardan beri Dünya'ya damgasını vurmuş devletlere ev sahipliği yapmıştır ve bugün bu coğrafyanın egemen gücü olan Türkiye Cumhuriyeti geçmişiyle, bugünüyle ve geleceğiyle Ortadoğu, K. Afrika, Avrasya ve Avrupa siyasetinde söz sahibi olacak güce sahiptir ve söz sahibi olacaktır. Dış güçlerin medyadaki psikolojik harekat timleri ne kadar herkesi tersine ikna etmeye çalışsalar da bu millet de bunun farkındadır.

08 Şubat, 2006

Jylland kriterleri

Senelerdir bıkmadan usanmadan kapısında beklediğimiz AB'den tokat üstüne tokat yemeye devam ediyoruz. Bosna'da olanlara kafasını çeviren, Kosova'da olanlara uzunca süre hiç tepki vermeyen, Afganistan ve Irak'ta olanları büsbütün yoksayan, şimdi de İran'a karşı ABD ile kolkola girmeye hazırlanan AB, İslam'a karşı olan bu savaşının psikolojik cephesinde ilk bombayı attı. Peygamberimiz Hz. Muhammed'i(sav) bir terörist gibi resmeden Danimarka gazetesi Jyllands-Posten ve bu karikatür serisini yaraya tuz bastıklarını, asit döktüklerini bile bile yayınlayan Avrupa'nın diğer "büyük" gazeteleri bu hamleyle İslam'a ve bu toprakların insanlarına bir değil iki büyük darbe indiriyorlar. Bu densizler sadece dinimizce büyük bir günah işlemekle kalmıyorlar, hem de yıllardır katoliğiyle, protestanıyla bas bas bağıran Batı'nın yobazlarına çanak tutuyor ve "Ortadoğu'da terörizmin kaynağı İslam'dır, Muhammed de ilk teröristtir." deliliğine gazetelerinin sütunlarından destek veriyorlar.

Eksiksiz tüm Müslüman ülkelerinde çok büyük kalabalıklar zıvanadan çıkmış, bir akıl karışıklığı içinde sağa sola saldırıyorlar. Danimarka bayrağı mı yaksınlar? AB temsilcilikleri mi bassınlar? İskandinav ürünlerini mi boykot etsinler? Hiçbirinin bir çözüm olmadığının, bu ölçüsüzlere akıl verilmeyeceğinin, bu şımarıkların özür dilemeyeceğinin üç aşağı beş yukarı herkes farkında. Ama öfkeli kalabalık böyle bir densizliği ve üstüne gelen Avrupalı siyasilerin pişkinliğini sindirebilecek durumda değil... Hem neden sindirsinler ki zaten?

Bir de İslam'ın hoşgörü dini olduğundan, affetsek ne olacağından dem vurmuyorlar mı?! Bir kere de Avrupa bir hoşgörü gösterse? Bir büyüklüğünü görelim be AB! Ne olur? Sadece bize değil, kendi ülkelerinde yaşayan şu Müslümanlara bir büyüklük yap. Gönülden bir özür dile! Sadece bir karikatür için değil. Senelerdir hayvan muamelesi yaptığın Müslüman mülteciler için. Geçtiğimiz Ramazan ayında Paris'in gettosunda can veren çocuklar için. Bosna'da katledilen Boşnaklar, Kosova'da kesilen Kosovalılar için. Afganistan'da, Irak'da kafasına bomba düşen çocuklar için. Bir özür...

AB yolunda kimbilir daha neleri tamamlaması gerekecek Türkiye'nin... Daha ne Kıbrıslar, ne sözde soykırımlar, ne Gümrük Birlikleri, ne Kopenhag kriterleri gelecek önümüzdeki masalara. Hükümetler körü körüne bu Avrupa davasına bağlı olduktan sonra AB yolunda bunların hepsinin aşılacağından hiç bir şüphem yok. Hani olur ya bir gün Türkiye AB'ye tam üye olarak alınırsa... O gün Avrupa Jylland kriterlerini yerine getirmiş olacak mı? Asıl mesele burada.